Dolaysız Vergilerimiz Çok Mu Adil?
(26.12.2024)
Geçenlerde yayınlanan bir yazımı (28.11.2024 – Tüketirken Tükeniyoruz) vergi sistemimizin adil bir vergi sistemi olup...

Geçenlerde yayınlanan bir yazımı (28.11.2024 – Tüketirken Tükeniyoruz) vergi sistemimizin adil bir vergi sistemi olup olmadığına ayırmış ve kısaca dolaylı vergilere dayalı bir sistemin Anayasal buyruklar karşısında adil olarak nitelendirilemeyeceğini söylemiştim. Bu yazımda da dolaysız vergilerimizin adil bir vergi sistemine hizmet edip etmediğine bir bakmak istiyorum. 

Doğrudan vergiler, bir diğer deyişle kazanç vergileri, artan oranlı tarifeye dayanması dolayısıyla daha adil gibi görünmekle birlikte, bu vergilerin Türk Vergi Sistemi içerisindeki düzenleme ve uygulamasının ne kadar vergi adaletini gerçekleştirme yolunda olduğu noktasında da tereddütler vardır. Zaten Sayın Hazine ve Maliye Bakanı’nın çeşitli demeçlerinde “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alan bir sistemi kurma” hedefinden söz etmesi, zıt anlamıyla sistemimizin bu ilkeye dayanmadığının ikrarı olarak da kabul edilebilir. 

Ben sistemin adaletsizliğini birkaç örnekle somutlaştırarak ortaya koymaya çalışacağım. 

Dolaysız vergilerde vergi adaletini gerçekleştirme yöntemlerinden en önemlisi, emek ve emeğe dayalı gelirlerin, sermaye gelirlerine göre daha ayrıcalıklı tutulması ve kayrılmasıdır. Teoride bu husus, “ayırma kuramı” olarak nitelendirmektedir. Ancak son yirmi yıllık periyotta globalleşme ve sermayenin serbest ve hızlı dolaşım olanaklarına kavuşmasının etkisi ile pek çok vergi sisteminde, ayırma kuramının etkisi ile yer alan düzenlemeler yavaş yavaş terk edilmiş ve sermayenin emeğe nazaran daha fazla kayrılmasını ifade eden düzenlemeler yer bulmaya başlamıştır. Teoride “Dual vergileme” olarak da adlandırılan bu sistem, emek ve sermaye gelirlerini ayırmakta ve sermaye gelirlerinin daha düşük oranda ve ayrıcalıklı vergilendirme rejimine tabi tutmaktadır. Bu sistemi savunanlar, sermayenin yüksek oranda vergilendirilmesi halinde kolaylıkla yurt dışına kaçacağını, tasarruf ve yatırımların azalacağını, bunun da büyümeyi olumsuz etkileyeceğini savunmaktadırlar. Bizim vergi sistemimizde son yılarda yapılan düzenlemeler de, özellikle menkul sermaye iratlarına tanınan indirim, istisna ve beyan dışı bırakma düzenlemeleri ile sistemin ayırma kuramından ayrılarak dual vergilemeye geçtiğimizi açıkça göstermektedir. 

 Dolaysız vergilerde son yılarda, mali güce göre safi kazancı vergilendirme ilkesinden uzaklaşma pahasına da olsa vergi hasılatını artırmak için geliştirilen bir önemli yöntemde matrahı büyütmek için giderleri kısıtlamaktır. Envantere alınan taşıtların maliyet bedellerinin kısıtlanması, taşıt giderlerinin adi karine yerine kesin karine ile kısıtlanması, finansman gider kısıtlaması bu uygulamanın hemen akla gelen örneklerini oluşturmaktadır. Tercih edilen bir başka yol da gider kalemlerini kısıtlamaktır. Serbest meslek erbabının işte kullandığı takım elbisesinin veya kravatının gider yazdırılmaması, arabuluculuk eğitimlerinin veya mesleki kursların gider yazdırılmamasıdır. Bu şekildeki matrah büyütmeleri de gerçek mali güce göre vergilendirmeyi ortadan kaldırmaktadır. Eğitim ve sağlık harcamaları indiriminde ÖKC fişlerinin idari yorumla yasaya aykırı şekilde (bunu söyleyen pek çok mahkeme kararı olduğundan rahatlıkla yazıyorum) kabul edilmemesi de matrah büyütmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. 

Yine son yıllarda gördüğümüz bir başka gayri-adil düzenleme de, Kanunlarda istisna sınırı belirleyip, bu sınır aşıldığında istisna sınırının altında kalan tutarlarında tamamiyle vergilendirilmesidir. Örneğin telif kazançlarında veya sosyal medya üreticiliğinde 3 milyon istisnanın 1 TL aşamasında, aşan kısım 1 TL değil, 3 milyon 1 TL vergiye tabi olmaktadır. Burada kanun koyucu, acaba “fazla çalışmayın, 3 milyon kazandıysanız artık bu sene iş yapmayın mı demek istiyor, yoksa işi artık başkası üzerinden yapın” mı diyor, anlamak mümkün değil. Veya istisnalara garip sınırlar çizilmektedir. Örneğin mesken kira gelirlerindeki 33 bin liralık istisnadan yararlanmak 870 bin lirayı aşan gelire sahip olmamak koşuluna bağlıdır. Ancak bu 870 bin liranın hesabında vergiye ve/veya beyana tabi olmayan (örneğin mevduat faizi), istisna olan (örneğin emekli maaşı) gelirlerin dikkate alınması, hem istisna uygulamasında karışıklığa yol açıyor, hem de eşitsizlik yaratıyor. 

Öte yandan vergi tabanının darlığı, zirai kazanç ve menkul sermaye iratlarının beyan yolu ile kavranamaması ve en önemlisi kayıt dışı ekonominin genişliği, getirilen düzenlemelerin kayıt dışını kavramaktan ziyade kayıt içinde olanları cezalandırmaya yönelik olması, dolaysız vergilerin mevcut yapısı ile dahi sağlıklı uygulanmasının önündeki en büyük engeldir. Kamusal israf, sığınmacıların vergilendirilme konusunda kayrıldığı yönündeki haberler, kayıt dışı istihdamın yaygınlığı, dolaylı vergilerin ağırlığı karşısında kaçak ürün temini, pek çok sektörde mükellefleri zorunlu olarak, sektör içinde haksız rekabetin olumsuz etkilerini yok etmek, adeta yaşamak için kayıt dışılığa itmektedir. Bütün bunların vergi bilincine olumsuz etkisi, bu etkiyi katmerleştiren vergi afları, sistemi adaletsizlikten uzaklaştıran en önemli faktörlerdir.     

Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim; kayıt dışılıkla mücadele sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın çabaları ile yapılamaz. Devletin mücadele politikasını ciddiyetle ortaya koyarak tüm kurumları ile topyekûn mücadele etmesi gerekir. Bir tek örnek vereyim. Kiraların bankadan ödenmesinin temini, GİB’in bir Genel Tebliği ile olmaz ve başarı sağlanamaz. Elden ödeme sonucu alınan adi makbuz özel hukukta Kanun gereği geçerli oldukça, Genel Tebliğ ile başarı sağlanamaz. Sırf birilerine 2 bin lira kazandırıp aracına taşıt tanıma cihazı taktırmayanın yakıt harcamasının kabul edilmeyeceği gibi akla aykırı uygulamalar, sistemi başarıya götürmez. 

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun kurumlar için vergisinin adil bir vergi sistemi kurup kurmadığına ise hiç girmiyorum. Zira durum daha da kötü. 



Kaynak: Bumin Doğrusoz / Ekonomim.com